Tüm savaşları bitirecek savaş' olarak adlandırılan Birinci Dünya Savaşının Almanya-Fransa hattında yaşanan en şiddetli muharebelere sahne olan batı cephesi, tepeden bakıldığında yılan gibi kazılmış mevzilerde, birbirine sadece birkaç yüz metre mesafede 4 yıl süren çarpışmalarda milyonlarca gence mezar olmuş, sonuç olarak ne Almanya ne de Fransa kayda değer bir ilerleme sağlayamamıştı.

Tarihe 'kıyma makinesi' olarak geçen Verdun muharebesinde 800 bin, sebebiyet verdikleri ve şahit oldukları manzara sebebiyle makineli tüfek kullanan Alman askerlerin sinir krizi geçirdiği söylenen Somme muharebesinde ise tam 1 milyon asker hayatını kaybetti.

Savaş sonunda imzalanan anlaşma (Versay) dünya için daha büyük bir yıkımın şartlarının oluşmasına ekonomik ve sosyolojik kuluçkalık yapıp Hitler'in iktidarının yolunu açmıştı. "Batı cephesinde yeni bir şey yok" kitabı ve bu kitaptan uyarlanarak yapılan filmler, anlamsız inatların sebep olduğu bu trajediyi anlatır.

Konumuz bu değil ama, şimdilerde, tetiğe ilk dokunan Putin'in Rusya'sı olsa da, Ukrayna-Rus savaşının asıl gerekçelerini ve 11 ayı bulan bu savaşta (şimdi sahnelenenlerin çoğu karşılıklı propaganda amaçlı olduğu için) yaşanan insani dramları da ancak savaşın sonunda öğrenebileceğiz.

Anlamsız inatlardan laf açılmışken, yaşadığımız ülkede de, benim her hafta merakla bekleyip izlediğim gazeteci Şule Aydın'ın Youtube'da yayınlanan "Tımarhanede bu hafta" programında çizdiği resme uygun bir profilde yaşamaya devam ediyoruz.

Tımarhane gerçeklerle bağı kopanların mekanı olarak tasarlanmış görünür ama asıl hedef biz 'dışarıdakiler'iz. Buna göre yaşadıklarımız kendi yanlış tercihlerimiz; başarısız isek bunun sebebi ise kendimiziz. Doğru kararlar verebilirsek ve başarabilirsek kendimizi kurtarabiliriz. Bunu başaramıyorsak sadece kendimize kızmamız gereken bir dünyada (mekan) yaşıyoruz. Hiç kuşkusuz burada istenen, hedeflenen, zihnimizi bu çerçeve ile sınırlamamız.

Bu sınırın öte yakası ise bize, geçmişi yaratan zaman olsa da, ama artık 'o' an geçtikten sonra artık onu değiştiremediğimizi; ancak ona (mekana) yeni bir gelecek yazabileceğimizi gösteriyor. Mekana (dünyaya) yeni bir gelecek yazabilmek için ise zihnimize çizilen sınırları aşabilmek gerekiyor.

Felsefe disiplini mekanı zamanın büzüşmesi, zamanı ise mekanın genişlemesi olarak değerlendirir ve zaman içindeki mekanı (yani içinde yaşadığımız anı) geçmişte kalan bir anı olmaktan çıkarır, 'şu an'lara taşır.

Matematikçi H. Minkowski ise konuya, “mekân ve zaman ayrı ayrı ele alındıklarında gölgeler gibi yok olmaya mahkûmdurlar” diyerek yaklaşmış, zaman ve mekân ilişkisinin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koymuş ve eylemlerin mekanı kurgulayabileceği sonucuna ulaşmıştı.

Pablo Picasso ve Georges Braque gibi ressamlar da yarattıkları eserlerde, aynı anda görünmeyeni de göstermek için, geometrik şekilleri kullanarak nesne yüzeylerinin ardına bakma perspektifini geliştirmişlerdi.

Yukarıdaki üç örnekte de görüldüğü gibi, matematik, felsefe, sanat ve temel bilimler başta olmak üzere bazı disiplinler zaman ve mekanın ilişkisi izler, yorumlar ve kendi alanlarında bu ilişki biçimini geliştiredursun, önce sosyolojinin sonrasında ise tüm bunları kapsayacak şekilde siyasetin eylem-zaman-mekan ilişkisine gelecek olursak...

Siyaset ne görünmeyeni görmek ya da göstermek için çaba harcıyor, ne zaman mekan ilişkisini sorguluyor, ne de mekana (Türkiye ya da dünya) bir gelecek yazma iddiasında. Böyle olunca donmuş, statik ve aynı tekrarların yaşandığı, "Bugün aslında dündü" filminde olduğu gibi zorlama bir mekanı dayatıyor. Bunu da dinin, mezheplerin kutsallığı, ırkların üstünlüğü ve var olan düzenin değişmezliğinin kabulü ile sağlamaya çalışıyor. Aristoteles retoriği bu durumu, “belli bir durumda, elde var olan inandırma yollarını kullanma yetisi” olarak tanımlar. Bunu da 2023 Türkiyesine dönerek cisimleştirip bağlayalım:

Muhalif seçmen, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu'nun son çıkışlarına itiraz ediyor, homurdanıyor, diş biliyor. Bunun sonuçlarının ne olacağını ise hepimiz biliyoruz. Verdun'da ve Somme'da milyonlarca gencin anlamsız bir inat uğruna öğütülmesi gibi, muhalif bloğun iradesinin ve ülkedeki iktidar değişim enerjisinin öğütüldüğü mekan olarak 6'lı masa, siyasi iradenin eylemsizliği üzerine tüm bir ülkeyi zaman ve mekanda rehin tutuyor.

Tüm muhalif bloğun iradesine ipotek koymak, muhalif seçmende toplumsal karşılığı olan birçok örgüt ve gerçeklik orta yerde duruyorken Deva, Gelecek, Demokrat Parti gibi partileri masaya oturtarak onlara toplumsal bir meşruiyet kazandırmaya çalışmak, dolayısıyla tüm muhalif iradenin birleştiği mekanı AKP artıklarının ve mevcut durumun sebebi anlayışın kuluçka merkezi yapmak, yetmezmiş gibi bu cendereden ülkeyi çıkartabilecek tüm diğer akıntıların önüne set çekmeye çalışmanın elbette ki sonuçları olacak.

Toplumda var olan değişim arzusunun kıyma makinesi olarak tasarlanmış olan bu mekan, sonuç olarak kendi kendisini öğütmesine sebep olacak bir 'arıza' sürecinden geçiyor. 'Arızanın' çözümü basit, ancak bu çözümü uygulamak, bu aparatın (kıyma makinesinin) varoluş sebebine aykırı olacağından buna yanaşılmıyor.

Hangi parti ya da ittifakın kazanacağı ya da kaybedeceğine dayalı ürettikleri, tartıştırttıkları senaryolar havalarda uçuşsa da ispatlamaya çalıştıkları tek sonuç var: düzenin değişmeyeceği, değişmezliği iddiası.

Bunun garantisi olarak oluşturulan ve işleyen 6'lı masa, seçimi zora sokmak için her yolu deniyor gibi görünüyor. Olur da bir şekilde seçim kazanılsa dahi 6'lı masa, uygulamayı vaat ettiği politikalarla düzenin değişmemesini garanti altına almış durumda. Kaldı ki devamı garantilenen bu sistemin yaratacağı çöküş, 2023 seçimlerinin kazanılması halinde dahi parlak bir gelecek vaat etmekten çok uzak.

Zaten de, Erdoğan 2023'te seçilmesi için gerekli parametrelere ulaşamazsa, altındakilerin açgözlülüğünü de bir süre dizginleyebilirse, AKP Genel Başkanı olarak milletvekili seçimlerine katılıp ana muhalefet liderliğine de geçebilir; dönülecek olan parlamenter sistemin kendisine sağlayacağı avantajları, 6'lı masanın kaçınılmaz olarak uygulamaya devam edeceği ve sistemin de kaçınılmaz olarak yaratacağı ekonomik ve sosyolojik alt üst oluşla birleştirerek çok vakit kaybetmeden başbakan olarak yürütmenin başına geçme imkanına dahi kavuşabilecektir.

Hangi senaryo gerçekleşecek şimdilik bilmiyoruz ama, yapılan mülksüzleştirme ve servet transferleri dolayısıyla oluşan yoksulluğun yükü, yine, yeniden, her zaman olduğu gibi halkın sırtına bindirilip, biriken öfkenin de aynı şimdi yapılmaya çalışıldığı gibi patlamadan, yeni bir mekan büzüşmesiyle, yeni partilerle yeni ittifaklarla yeni seçimlerin önü açılmaya çalışılacaktır.

Bize düşen ise, bu düzen içinde, iktidar erkini hangi aparat (parti) kullanırsa kullansın, milyonlarca insanın öğütüldüğü kıyma makinesinin parçalanabileceğini ve sonunda, her defasında, başlanılan yere geri dönmek zorunda kalınamayabileceği inancını yaşatmak ve yükseltmektir.