"Siyasi partilerde bir tür parti içi dolandırıcılık sistemi var. Buna dahil olmayan normal bir parti üyesinin milletvekili olma şansı yoktur."

Durun, hemen üstüme atlamayın, bazı istisnalar harici katılsam da, bu söz bana ait değil.

Benim de yüzlercesini yakından tanıdığım, milletvekili aday adayı olup adaylık bekleyen binlerce kişinin 'Aday olabilecek miyim?' sorusuyla milyonlarca seçmenin zihninde yanıt bekleyen 'Kimler aday olacak?' sorusu bugünlerde kafalarda dönüp duruyor. Üç dönem milletvekilliği, iki dönem de belediye başkanlığı için adaylık başvurusu yapmış; bir dönem Belediye Başkanlığı için aday gösterilip bir dönem de (2011-2015) milletvekilliği yapmış, yani en azından adaylık konusunda tecrübeli birisi olarak kafaları meşgul eden bu sorulara yanıt verebileceğimi düşünüyorum.

Muharrem İnce'den sonra Sinan Oğan da cumhurbaşkanı adaylığı için yeterli imzayı bulup Erdoğan'ın adaylığı da YSK tarafından kabul edilince, dikkatler artık partilerin milletvekili listesi hazırlığına çevriliyor. Bir süre de hangi partide kaç kişi adaylık için başvurdu, hangi isimler öne çıkıyor, başvuru sayılarında geçen seçimlere göreve hangi partide azalma, hangisinde artma olduğu merak içinde izlenecek. Bu merakın bir nedeni de kimlerin listeye yazılacağı kadar başvuru sayısına göre o partiye ilgi, o ilgiye göre de seçimdeki şansının ölçülüyor olması.

Mevcut sistem içerisinde aday adaylığı başvurusu yaparak görücüye çıkan binlerce kişinin milletvekili listelerinden seçilebilecek bir sıraya yazılması sadece o partinin 'yetkili' kurullarının alacağı karara bağlı. Her ne kadar adına yetkili 'kurul'lar desek de, aslında o kurulu oluşturan da, son sözü söyleyen isim de hep en tepede yer alanlar. Aday adayı olup fıldır fıldır gözlerle adaylık bekleyen isimler, önümüzdeki günlerde isimleri en yukarıya çıkana kadar aşağıda parti içi iktidarda bulunanlarca, sadece kendilerince bilinen gerekçelerle kesilip, biçilecek, başvuran sayısına kıyasla yalnızca bir avuç isim en tepeye kadar ulaşabilecek.

Adaylık başvurusunda bulunanların, listelerin seçilecek yerlerinde bulunup bulunamayacaklarına ilişkin meraklarını gidermek adına, kendi kendilerine yazının girişinde yaptığım alıntıda bahsedilen 'dolandırıcılık sistemine' dahil olup olmadıkları sorusunu sormalarını tavsiye ederim. Tersinden bakacak olursak da, listelerin seçilecek yerleri, yani, bu sisteme dahil olma kapısı, aday adaylığı başvurusu yapıldıktan sonra açılamayacak kadar hassas dengelere sahip olduğundan dolayı çoktan doldurulmuştur diye düşünebilirsiniz.

Bu itibarla, milletvekilliği aday adaylığı başvurusunda bulunanları iki gruba ayırabiliriz: Birinci guruptakiler, listelerin hangi sırasına yazılacaklarını önceden bilenler... İkinci gruptakiler ise milli piyangoda büyük ikramiye çıkma şansı kadar da olsa tesadüf arayanlar, aday gösterilmese dahi başvuruda bulunduğu parti seçimi kazandığında türlü hesapları olanlar ya da yaptığı iş gereği sosyal statü arayışında olanlar diyebiliriz.

Benim birden çok defa yaşadığım tecrübelerden doğan gözlemlerim bu şekilde. Bu noktada beni boşverip "Siyasi partilerde dolandırıcılık sistemi var. Bu dolandırıcılık sistemine dahil olmayan sıradan bir partilinin milletvekili olma şansı yok" diyen fenomenin kim olduğunu merak edenler içinse bu kişi, 1985-1998 yılları arasında Almanya'nın Saarland eyaletinde Başbakanlık, 1995-1999 yılları arasında Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Başkanlığı, Gerhard Schröder'in Başbakanlığı'nda Almanya Maliye Bakanlığı ve partisi SPD'den ayrıldıktan sonra da Die Linke (sol) partinin kurucu eş genel başkanı olan Oskar Lafontaine. Yani Almanya'nın en büyük ve en köklü partilerinden birisinin başında yıllarca oturmuş, en tepedeki isim.

Geçtiğimiz yıllarda kurduğu partisi Die Linke'den de istifa edip siyaseti bırakan Oskar Lafontaine, “Siyasi yelpazede sosyal güvensizlik ve eşitsizlik politikalarına solda bir alternatifin olmasını istedim. Ancak parti bugün baştaki iddiadan vazgeçti” diyerek, partisini profil sorunu yaşamakla eleştirmişti.

Lafontaine istifa ederken yaptığı konuşmada sadece partisini yoldan çıkmakla eleştirmedi, eleştirinin daha ağırını mevcut dünya siyaset iklimine ve onun baş aktörü ABD ile Avrupa'da aynı hizaya giren siyaset mekanizmasına da yöneltti.

Fazla konudan çıkmadan başa dönerek bitirecek olursak;

Bu 'dolandırıcılık sistemi' içinde olanların milletvekili yapılacakları sıralar bile belliyken, buna dahil olmayan, ancak kendisinin milletvekilliğini hak ettiğini ya da bir ihtimal talih kuşunun yüzüne güleceğini düşünerek adaylık başvurusu yapan binlerce saygın kişinin, belki de farkında olmadan, o mekanizmanın başındaki parti içi gücü ellerinde bulunduranlara meşruiyet sağlamaktan başka bir şey yapmadığının altını çizmek gerekiyor. Bunu görmek için listelerin yayımlanmasını beklemeye dahi gerek olmadığını düşünüyorum, aynı dinamikler aynı sonuçları yaratmıştır, yaratacaktır.

Yok eğer buna rağmen dünyayla yüzleşmek ve onu değiştirmek için siyaset yapmak isteyen ve bu nedenle de milletvekilliği adaylığı başvurusunda bulunanlar var ise onlar da gerçekleri cesurca savunurken görülmekten korkmamalılar. Bizi durduran şeyin ne olduğunu bulmak ve bu korku eşiğini aşmak için önce kendimizle yüzleşebilmeliyiz.

Vaktimiz var, zira onlar her seferinde kazanmak zorunda, biz bir sefer kazansak yeter...