Geçenlerde beni takip eden bir okurumun gönderdiği görüntüler karşısında az daha küçük dilimi yutacaktım desem yanlış olmaz.

Görüntüler, Adana'da Süleyman Demirel Bulvarı'nın, Seyhan Baraj Gölü'ne bakan yamaçlarında kulunu olan eski adı Seyhan Araştırma ve Uygulama Hastanesi yeni adı Çukurova Devlet Hastanesi olan hastaneden çekilmişti.

Vakit, gece yarısı saatleriydi…

Yaşamla ölüm arasında gidip gelen yoğun bakımdaki şifaya ve duaya muhtaç hastaların, kanser, kalp, böbrek hastalarının, çeşitli rahatsızlıkları nedeniyle hastanede tedavi görmekte olan sükunete, dinlenmeye ihtiyaçları olan hastaların yer aldığı hastanenin hemen altındaki yamaçlarda, çoğu kaçak inşaat üzerine ruhsatsız olarak kurulmuş eğlence yerlerinden yayılan müzik, hastanenin yoğun bakım odalarını dolduruyor.

Müslüm Gürses'in sesinden çıkan hüzünlü melodiler ve insanın içini burkan sözler, yoğun bakımdaki iniltileri bastırarak ritim sayacının, nefes almayı sağlayan vantilatörle çıkan kabarcıkların tiz sesine karışıyor, oradan açık kapıdan çıkarak her gece el ayak çekilince sonsuz bir bilinmezliğe açılıyormuş hissini veren loş koridorlarda bir kabus bulutu gibi dolaşıyordu.

Sakinlik, sıhhat ve huzur aramaya gelmiş insanlar yüksek volümlü arabesk müzikten yayılan seslerin tehdidi altındaydı şimdi.

Hastalar gibi onların ihtiyaçları için gecesini gündüz, gündüzünü gece eden hasta yakınları da, hastasının belki nekahete çekildiği saatte, bir sandalye ya da koltuk üzerine kıvrılıp az bir şey uyuyup dinlenmeyi düşlemek yerine gürültüye mücadele etmeyi öğrenmeye zorunlu kılınmışlardı.

Acil serviste ise durum biraz daha farklıydı.

Burada acil servisin kalabalık ve gürültülü ortamında sesler içeriye biraz daha kısılarak gelmişse de, el ayak çekilip ortamın sessizleştiği dakikalarda, ani rahatsızlıkları sebebiyle belki kalp krizi geçirdikleri belki de bir böbrek sancısıyla acile getirilmiş olan insanlar acıdan kıvranırken, restoranlardan ikide bir değişen müziğin, kimi zaman kıvrak kimi zaman oynak ritmine karşı da, farkında olmadan beyinlerinin değişen ortama uyum sağlama fonksiyonlarıyla başa çıkma çabası içine giriyordu.

Evet bütün bunların hepsi insanların şifa aramak yattıkları Çukurova Devlet Hastanesi'nde herhangi bir gece yaşananları gösteren bir videodan yansıyan görüntülerdi.

Şimdi sormak isterim; böyle bir hastanenin yakınına böyle restoran ve müzikhollere kim izin veriyor?

Bu restoranların yapı izinleri var mı?

Yani binaları ruhsatlı mı kaçak mı?

Ruhsatlıysa (ki çoğunun ruhsatı yok) kim ruhsat verdi?

Kaçaksa, neden bu kaçak yapıların varlığına müsaade ediliyor?

Yapı izin belgeleri yoksa bunlara kim çalışma izni verdi?

Biliyorsunuz bir işletmenin bina, inşaat, kullanım, çalışma izinleri alabilmesi için maliye, belediye, zabıta, sağlık, gıda ve tarım müdürlükleri, oda, dernek gibi birçok yerden izin ve ruhsat almaları gerek.

Eğer bunlar yoksa bu işyerleri kaçak ve kanunsuz demektir.

Bu nedenle buradan sayın Adana Valisi başta olmak üzere aynı zamanda bütün ilgili belediyelere, Büyükşehir, Çukurova Belediyeleri, Çukurova Kaymakamı, Sağlık Müdürlüğü, maliye, yerin ait olması sebebiyle Milli Emlak, izinler nedeniyle belediyelerin ruhsat müdürlükleri, ticaret odaları gibi kurumlara soruyorum:

Neden, bir taraftan devlet arazisi olan göl kıyısının peşkeş çekilmesine müsaade ederken diğer taraftan da hastanenin yanına bangır bangır bağıran müzik yayınlarına müsaade ediyorsunuz?..

Burası kanun devleti değil mi?

O halde, ya gereğini yapın!

Ya da gereğini yapın!

Tekrar ettim ama siz ne demek istediğimi çok iyi anladınız…

Mehmet SERBES / SÖZCÜ