Bu seçim de paldır küldür başladı.
Bundan doğal ne olabilir ki? Haber kirliliği açısından dünyada ilk sıralarda yer alır Türkiye. Bu nitem kazanılmak için dezenformasyon, milenformasyon, melenformasyon, bilinen-bilinmeyen birçok yöntem uygulanır. Bunun nedeni halkın sözlü toplum geleneğinden kopamamasıdır. Bu durumdan yakınanlar, “ah!” derler, “duyulanlar bir eksiltilip iki eklenerek anlatılmasa…” Pabuç gibi dillerde yanıt hazırdır buna; “O zaman lafın tadı, tuzu, baharatı sosu/avcarı mı olur?”
Ortalık tozduman…
Komplo senaryolarından birinin perdesi kapatılmadan ikincisi sahneleniyor.
Dakika bir, gol bir; parmak boyası istemini reddederek ilk golü YSK attı.
Öyle ya algı yetisi ortaçağ insanı düzeyinde seçmen mi var bu ülkede? Hiç oyunu satan, hile yapan, sürü gibi güdülen seçmen çıkar mı? Tümü temyiz gücüne sahip, özgür iradesiyle özgürlük-eşitlik-kardeşlik çizgisinde daha çağdaş ülke için oyunu kullanacak yetkinlikte. Öyleyse hayvan boyar gibi insanların parmakları neden boyansın ki?
Böyle insanların yaşadığı ülkede seçim güvenliği kaygıları da yersiz. Sandık güvenliği diye bir sorun yaşanır mı hiç? Birleştirme tutanaklarının düzenlendiği ilçe, il seçim kurullarında daha önce türlü maniplasyonların, hilelerin yapıldığı savları dedikodu yalnızca. Dolayısıyla ilçe, il seçim kurullarında siyasi partilerin gözlemci bulundurmasına da gerek yok. Mühürsüz oyların geçerli sayıldığı masalını geçiniz bir kalem! YSK terminalinin denetimindeki sıkıntı koca bir kuruntu. Ana muhalefet partisi yine çökecek bir bilişim sistemi kurmak için neden yorulsun ki?
Üniversiteler kapatılmışmış, yurtlar boşaltılmışmış. Bu, üniversite-yurt operasyonu seçim hilesi için yapılmış güya… Daha ne yapsın siyasal iktidar? Dingin kafayla benimsediği partiye oy versinler diye üniversitelileri uzun bir tatile çıkardı. Yine de yaranamıyor baksanıza!
Bunlar kanıksanmış gerçeklikler. Asıl, muhalefetin yaptıkları ya da yapmadıkları önemli! Muhalefet partilerinde aday listelerinin hazırlanması yine lider sultasına mahkûm edildi. CHP’de parti içi demokrasi başka bahara kaldı. Katılımcılığın önü kesildi, seçmen yine genel başkanla yardımcılarının hazırlayacağı listelere oy vermek zorunda bırakıldı. Sorsanız, binbir haklı gerekçe koyarlar önünüze... 3,4 dönemdir TBMM’de arzı endam edenler bir kez daha seçileceklermiş, ne gam…
Büyük olasılıkla adayların çoğunda donanım, yetkinlik aranmaksızın, yine ya etnik kökene, ya inanca bakılarak ya da ekonomik güç odaklarının adamlarından seçilecek adaylar. Öyle ya, çarıklı erkânın işi ne parlamentoda?
Muhalefetin tek söylemi “Erdoğan gitsin!”
Gerekçe, Bektaşi babasının içtiği şarap öyküsü…
Maliyesi iflas etmiş, neredeyse tam bağımlı duruma gelmiş bir ülkede niçin antiemperyalist söylem, slogan geliştirilmez, seçim bildirgesinde temel altyapıyla ilgili görüşlere yer verilmez? Niçin laiklikten, ileri demokrasiden, ulus devletten, emekten, artıdeğerin bölüşümünden, antagonist çelişkilerden, yitirilen değerlerden söz edilmez?
Buna karşın, neoliberalizme, piyasacılığa övgü ıskalanmaz…
“Hele Erdoğan gitsin!”
Sonra?
“Ortak payda Cumhuriyet”.
İyi de nasıl bir cumhuriyet?
Kubbe çatlatanın üniversite diploması olmadığı öne sürülüyor. YSK’ye verdiği dosyayı incelemek, tartışmaya açmak geçen seçimde muhalefetin aklına gelmedi. Bu konuda yine üç maymun mu oynanacak acaba?
“Erdoğan gitsin de.”
Ya gitmezse? Hedefi 2023 adamın! 21 yıldır 100. yılın 29 Ekiminde yapmayı tasarladığı büyük söyleve hazırlanıyor.
O da biliyor ki, -hukukçuların deyimiyle- giderse yaptığı her şey “mutlak butlan”, kendi de “devri sabık” olacak.
Kubbe çatlatanı sarayından indirememek ülkenin başına gelen büyük siyasi afetin bir yanı. Asıl önemli olan 14 Mayıs’ın bir seçimden çok, Aydınlanma Devrimi ile karşı devrimin büyük savaşımı olduğu gerçeğidir!
Siyasal iktidar, bu halkın zor ısınacağını biliyor kuşkusuz. Bilmediği, büyük yanılgısı bu halkın bir kez ısındı mı, zor soğuduğu!
Korkumuz bu seçimin karakolda biteceği yönünde… Dileriz, yanılırız.

GAZETEKAPI