Turgay DEVELİ Yazdı 

Yakıcı gündem yerine alakasız işlerle oyalanmak dendiği zaman akla gelen örneklerden birisi olarak tarih kitaplarında geçen, Sultan 2. Mehmet'in Fatih ünvanı aldığı, Bizans'ı tarihe gömecek fetih için İstanbul'un surları dövülürken, dini otoritenin (papazların) içeride meleklerin cinsiyetini tartışıyor oldukları rivayeti gösterilebilir. Bugün de Türkiye'nin mecazi surları dövülürken içeride adım başı meleklerin cinsiyetini tartışanlara rastlamak pek zor değil.

Siyasetin temel işlevini, temsili iddiasında bulunduğu nihai hedefleri gerçekleştirmek olarak özetleyecek olursak; esası öteleyecek, gölgeleyecek ve hatta ikinci plana atacak yol, yöntem, tartışma ve girişimlerin, en hafif tabirle, o temel hedeften uzaklaşma, vazgeçme anlamına geldiği, dolayısıyla siyasetin temel işlevini kaybetmesine neden olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Siyasetin işlevini yitirmesinin sonucunun ne olacağı sorusuna ise sanırım en kapsayıcı yanıt olarak Türkiye'nin bugünkü durumu gösterilebilir diye düşünüyorum.

Bu işlevini yitirme ve gerçeklikten kopma durumu sadece ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı veya çevresindekilerin eylemleri nedeniyle gerçekleşmiş olsa, halk, en nihayetinde siyaset eliyle meseleye el koyar ve yaşanılan sonuçlar bu kadar yakıcı ol(a)mazdı diye düşünebilirdik. Ancak durum vahim, zira, ülkemizi etkisi altında tutan zihni iklimin zehirlendiği ve bu zehirlenmenin yalnızca iktidarı değil, siyasetin tüm taraflarını kapsayacak şekilde tesir ettiği görülüyor.  
Bu zehrin ne zaman verilmeye başlandığı, hangi yöntemlerin kullanıldığı, kimlerin aracılığında olduğu ayan beyan ortada olsa da, asıl meselenin bu zihni hegemonyaya maruz kalan halkın büyük bir kesiminin, kendilerini köle edebilecek her şeyi reddederek, özgür olmak/özgür kalabilmek için hayal güçlerini canlandırıp, vicdan ve inanç sistemini harekete geçir(e)memesinde olduğunu düşünüyorum.

Bu açıdan yapılması gereken ilk iş bu kurak zihni ortamın entübe edilmesi ve oksijene kavuşturulması. Merkez siyaset, merkez medya ve her şeyin merkezinde yer alan ve tüm köşe başlarını tutmuş olan ekonomik ve politik statükonun koruyucularıyla orantısız olanaklarla mücadele, ancak yeni bir siyasi düzlemde mümkün olabilir görünüyor.

Bunun da yine birbiriyle bağlantılı iki yöntemi üzerinde tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Bunlardan birincisi, başka bir dünya ve sistem hayal edenlerin (sosyalistlerin, devrimcilerin), günümüzde kendi özgün yolları üzerinde bulunan engelleri kaldırabilecek yeni bir mücadele hattı inşa ederek nihai bir hedef teyidi yapmaları, yapabilmeleri gerekiyor...

İkincisi ise, düzenin bekçiliği görevinin assolisti AKP'nin karşısında, büyük seçmen kitlelerince 'çare' görülen/gösterilen CHP'nin bir umut mu yoksa (bu haliyle) bu sömürü düzeninin rıza üreticisi mi olduğunun tartışılması gerektiği kanaatindeyim.

CHP'nin bu yangına çare olması ya da çare olarak gösterilmesi, karşılığı çok kuvvetli olan bir gerçekliğe tekabül ediyor. Zira CHP, ezici bir çoğunluğun hala inandığı ve güvendiği Atatürk'ün partisi; Cumhuriyetin kurucu iradesi ve yaşatılması için de Cumhuriyet ile birlikte ona inananlara teslim edilen canlı bir organizma. Bu yakıcı ortamda kitlelerin umut bağladığı CHP ise, büyük bir desteği arkasına alarak çıktığı yerel seçimlerden beri meleklerin cinsiyetini tartışıyor. Temel amacı nihai hedeflerini gerçekleştirmek olan Cumhuriyet Halk Partisi ve bu amaç doğrultusunda çalışması gereken yönetimi, ülkenin içinde bulunduğu şartlar orta yerde dururken, parti içi mücadele kapsamında koltuk sağlamlaştırmak dışında pek bir şeyle ilgiliymiş gibi görünmüyor. Aylarca ısıtılıp ısıtılıp konuşulan, büyük umutlar ve pohpohlamalarla gidilen Tüzük Kurultayı'ndan çıkan sonuçlar beklendiği üzere hayal kırıklığı dışında pek bir şey getirmedi. Herkesin bildiği üzere adaylıklarda örgütün kararına uyulacağına ilişkin madde, kamuoyunda parti içi demokrasinin işletildiği havası yaratmaya çalışmaktan öte bir anlam ifade etmiyor. Zira yine herkesin bildiği gibi, Genel Merkez kongreler sürecinde türlü gerekçelerle İl Başkanı'nı değiştirir, İl Başkanı ilçe başkanını değiştirir... İlçe başkanı türlü yöntemlerle ilçe delegesini seçer ve seçilen ilçe delegesi bu kez aşağıdan yukarıya kendisini seçenlerin istediği il delegesini, il delegesi il yönetimini ve kurultay delegelerini seçer. Bu mekanizma ile yapılan her iş ve alınan her karar Genel Başkan'ın iki dudağından çıkanın parti iradesine dönüştüğü bir yapı oluşturur.

Aylarca beklenen ancak sonucunda hiçbir şeyin olmadığı ve bu yapının değişmediği Tüzük Kurultayı'nın havasının hızlıca sönmesinin ardından partinin, kamuoyunun ve ülkenin gündemine şimdi de program kurultayı atılarak aylarca gerçek gündemin önünü tıkayacak bir tartışma maratonuna hazırlanıldığı havası hakim... Üstelik bu tartışmalar sonucu değişen bir şey olmuyor ve parti piyasacı neoliberal çizgisinden ayrılmaya, Cumhuriyetin kurucu ayarlarına dönmeye yönelik bir adım da atmıyor.

CHP'nin bu tür meleklerin cinsiyetini tartışma-vari hareketleri yalnızca partinin ileri giderek iktidara gerçek bir alternatif oluşturabilmesini önlemiyor, aynı zamanda CHP'nin muhalefette ve muhalif kitlelerin gönlünde kapladığı geniş alanı sürekli bloke tutması sebebiyle toplumsal muhalefetin filizlenmesinin de önünde büyük bir engel olarak duruyor. Kısacası CHP kavşağın ortasında durmuş, ne kendi ilerliyor, ne gelenin geçmesine müsaade ediyor...

Gelinen noktada, gündemi yine kilitleyecek bir program tartışmasına doğru gidilirken, büyük bir seçmen kitlesinin 'çare' olarak gördüğü CHP ile ilgili ve özellikle CHP'nin içinde öncelikle sonuçlandırılması gereken asıl tartışma, (bu haliyle) partinin bir umut mu yoksa bu sömürü düzeninin rıza üreticisi mi olduğu sorusunun büyük bir netlikle cevaplanmasıdır. Aksi takdirde, yine aylarca sürdürülecek bir tartışma maratonu ülkenin ve toplumsal muhalefetin önünü tıkamaktan öte bir anlam taşımayacaktır. Temennim odur ki, programdan, dünyada da artık siyasetten silinen neoliberal görüş temizlenir ve halkçı, kamucu, planlamacı ve bağımsızlıkçı bir Cumhuriyet hattı inşasına yönelinir.