Hintli Bilge yaşamın anlamını bulmak için ormanda oruca başlar… Günlerce hiçbir şey yemez ve içmez… Bir hafta on gün geçtikten sonra neredeyse ölümle burun buruna gelir. Öğrencileri onu izlemektedir; sorarlar:
“Ey bilge yaşamın anlamı nedir?” Açlıktan gözleri büyümüş, susuzluktan dudağı kurumuş Bilge cevap verir:
“Bir tas su, bir dilim ekmek…”
İnsan utanan hayvandır.
Hayvan utandıkça insanlaşır, insan utanmadıkça hayvanlaşır.
*
İlk Çağ, “Doğa Çağı”ydı. Doğa, gerçekliğin aynası ve sırlar kitabı idi… Her gerçekliğin nedeni doğada aranıyordu.
Sonra, Orta Çağ ile “Vahiy Çağına” geçildi. Her şeyin cevabı artık vahiyde idi…
Ardından “Akıl Çağı” başladı. Doğa ve Vahiy bir kenara kondu “akıl” ön plana çıktı.
Artık her şey akıl ile çözülüyordu… Ben bu çağa “Aklın Cinneti” diyorum…
Ve nihayet öyle bir çağ geldi ki, Ne doğayı önemsiyor, ne vahyi dinliyor ne de aklı…
Bu “İmaj çağıdır”
Artık her şey imaja dönüştü.
İmaj bütün yaşamın anlamı oldu.
İnsanlık doğadan, vahiyden, akıldan ve sonuç olarak gerçeklikten uzaklaştı “İmaja” yöneldi.
Bu bir cinnet halidir.
Sanal dünyaların uyduruk değerleri ile çöpe atacağımız duygular, şifalı amber gibi sunuldu.
Alçaklığın, üçkâğıtçılığın, sert ve hayvani bakışın, öfke ve şiddetin bu denli kutsallaştırılması bu çağa yani “Cinnet Çağına” nasip oldu.
Özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi değerler, gerçek olarak değil imaj olarak toplumlara sunulmaya başladı.
Yüzlerce televizyonun kanallarına bakın: yarısı ahlak üretiyor kalan yarısı ahlaksızlık…
Bir kısmı, gerçeğin öteki yalanı peşinde…
Şiddeti kutsallaştıran diziler arasında verilen haberlerde, “kadına şiddet” lanetleniyor…
Altı saat, şiddeti olumlayıp, on dakika şiddeti lanetliyorlar.
Karı, koca, aile arasındaki burada yazmaya bile utandığım şeyleri, “besmele” ile anlatıyorlar.
Gündüz programlarını bırakın çor çocuğu, eşimle dahi izleyemiyorum. Yüzüm renkten renge giriyor.
Bu ahlaksızlığın serbestçe reklam edilmesi “Kişisel özgürlük” olarak pazarlanıyor.
İmaj Çağı, maalesef insanlık erdemlerimizi büyük ölçüde yaraladı.
Kişinin ya da topluma hitap eden kurumların, ahlaksızlığı özgürlük olarak sunma hakları var mıdır? Kesinlikle olmamalıdır.
*
İnsanlığın yaşama hakkından doğan önceliği “bir tas su, bir dilim ekmek”tir. Kabul.
Bu hakkı elde ettikten sonra İnsanca yaşamasının önceliği “utanç duygusudur.”
Şu an insanlığın en büyük ihtiyacı “utanç duygusudur…”
Silahlanmaya ve kozmetiğe harcadığımız paranın, eğitim ve sağlığa harcanandan daha çok olmasından utanmalıyız…
Çıkarımıza uygun olan haksızlıklar karşısında susmaktan utanmalıyız…
İnsanlığa mübarek insanların ahlaklı yaşantısını örnek göstererek halkın dini duygularını sömürüp ha bire palazlanıp zenginleşmekten utanmalıyız.
İbadet mekânlarını ve inançlarımızı ticaretin bir konusu gibi görmekten utanmalıyız.
Adaleti parayla satın almaktan, israf yapmaktan, yaşadığımız şehri kirletmekten, arabamızda kitap yerine beysbol sopası taşmaktan utanmalıyız.
TV Kanallarında, sosyal medyada, ahlaksızlığı pazarlamaktan utanmalıyız…
Yetkili iken, kamu varlıklarını elden çıkarıp, insanları açlığa, işsizliğe mahkûm etmekten utanmalıyız.
(Bence siz listeyi çoğaltabilirsiniz)
Utanma duygusundan bu denli uzak yaşamaktan utanmalıyız.
*
Hitiler ile Mısırlılar arasında kültürel anlamda birçok fark vardı. Ama en önemlisi şuydu:
Mısır kralları yaşarken tanrı sayılırdı;
Hitit kralları ise ancak ölünce tanrılaşırlardı. Bunun için diğer tanrılar tarafından sorgulanırdı.
Bu inanış şöyle bir sonuç doğurdu.
Mısır Kralları kendilerini tanrı olarak gördükleri için devletin kayıtlarını pervasızca tutarlardı. Yani firavun, çoğu zaman kayıtları kendi lehine değiştirebilirdi.
Ancak Hitit Kralları ölünce diğer tanrılar tarafından sorgulanacaklarını bildikleri için bütün kayıtları doğru tutar ve yalan söylemezlerdi.
Bugün bütün arkeologlar, Hitit krallarının belgelerini, doğru ve gerçek olarak kabul ederler, Mısır Krallarının belgelerine ise şüpheyle bakarlar.
Ülkemizde yüz bina yakın cami var:
Allah aşkına, bari inançlarınızdan biraz utanın…
Şu an en çok utanma duygusuna ihtiyacımız var…
Hintli Bilge yaşamın anlamını bulmak için ormanda oruca başlar… Günlerce hiçbir şey yemez ve içmez… Bir hafta on gün geçtikten sonra neredeyse ölümle burun buruna gelir. Öğrencileri onu izlemektedir; sorarlar:
“Ey bilge yaşamın anlamı nedir?” Açlıktan gözleri büyümüş, susuzluktan dudağı kurumuş Bilge cevap verir:
“Bir tas su, bir dilim ekmek…”
İnsan utanan hayvandır.
Hayvan utandıkça insanlaşır, insan utanmadıkça hayvanlaşır.
*
İlk Çağ, “Doğa Çağı”ydı. Doğa, gerçekliğin aynası ve sırlar kitabı idi… Her gerçekliğin nedeni doğada aranıyordu.
Sonra, Orta Çağ ile “Vahiy Çağına” geçildi. Her şeyin cevabı artık vahiyde idi…
Ardından “Akıl Çağı” başladı. Doğa ve Vahiy bir kenara kondu “akıl” ön plana çıktı.
Artık her şey akıl ile çözülüyordu… Ben bu çağa “Aklın Cinneti” diyorum…
Ve nihayet öyle bir çağ geldi ki, Ne doğayı önemsiyor, ne vahyi dinliyor ne de aklı…
Bu “İmaj çağıdır”
Artık her şey imaja dönüştü.
İmaj bütün yaşamın anlamı oldu.
İnsanlık doğadan, vahiyden, akıldan ve sonuç olarak gerçeklikten uzaklaştı “İmaja” yöneldi.
Bu bir cinnet halidir.
Sanal dünyaların uyduruk değerleri ile çöpe atacağımız duygular, şifalı amber gibi sunuldu.
Alçaklığın, üçkâğıtçılığın, sert ve hayvani bakışın, öfke ve şiddetin bu denli kutsallaştırılması bu çağa yani “Cinnet Çağına” nasip oldu.
Özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi değerler, gerçek olarak değil imaj olarak toplumlara sunulmaya başladı.
Yüzlerce televizyonun kanallarına bakın: yarısı ahlak üretiyor kalan yarısı ahlaksızlık…
Bir kısmı, gerçeğin öteki yalanı peşinde…
Şiddeti kutsallaştıran diziler arasında verilen haberlerde, “kadına şiddet” lanetleniyor…
Altı saat, şiddeti olumlayıp, on dakika şiddeti lanetliyorlar.
Karı, koca, aile arasındaki burada yazmaya bile utandığım şeyleri, “besmele” ile anlatıyorlar.
Gündüz programlarını bırakın çor çocuğu, eşimle dahi izleyemiyorum. Yüzüm renkten renge giriyor.
Bu ahlaksızlığın serbestçe reklam edilmesi “Kişisel özgürlük” olarak pazarlanıyor.
İmaj Çağı, maalesef insanlık erdemlerimizi büyük ölçüde yaraladı.
Kişinin ya da topluma hitap eden kurumların, ahlaksızlığı özgürlük olarak sunma hakları var mıdır? Kesinlikle olmamalıdır.
*
İnsanlığın yaşama hakkından doğan önceliği “bir tas su, bir dilim ekmek”tir. Kabul.
Bu hakkı elde ettikten sonra İnsanca yaşamasının önceliği “utanç duygusudur.”
Şu an insanlığın en büyük ihtiyacı “utanç duygusudur…”
Silahlanmaya ve kozmetiğe harcadığımız paranın, eğitim ve sağlığa harcanandan daha çok olmasından utanmalıyız…
Çıkarımıza uygun olan haksızlıklar karşısında susmaktan utanmalıyız…
İnsanlığa mübarek insanların ahlaklı yaşantısını örnek göstererek halkın dini duygularını sömürüp ha bire palazlanıp zenginleşmekten utanmalıyız.
İbadet mekânlarını ve inançlarımızı ticaretin bir konusu gibi görmekten utanmalıyız.
Adaleti parayla satın almaktan, israf yapmaktan, yaşadığımız şehri kirletmekten, arabamızda kitap yerine beysbol sopası taşmaktan utanmalıyız.
TV Kanallarında, sosyal medyada, ahlaksızlığı pazarlamaktan utanmalıyız…
Yetkili iken, kamu varlıklarını elden çıkarıp, insanları açlığa, işsizliğe mahkûm etmekten utanmalıyız.
(Bence siz listeyi çoğaltabilirsiniz)
Utanma duygusundan bu denli uzak yaşamaktan utanmalıyız.
*
Hitiler ile Mısırlılar arasında kültürel anlamda birçok fark vardı. Ama en önemlisi şuydu:
Mısır kralları yaşarken tanrı sayılırdı;
Hitit kralları ise ancak ölünce tanrılaşırlardı. Bunun için diğer tanrılar tarafından sorgulanırdı.
Bu inanış şöyle bir sonuç doğurdu.
Mısır Kralları kendilerini tanrı olarak gördükleri için devletin kayıtlarını pervasızca tutarlardı. Yani firavun, çoğu zaman kayıtları kendi lehine değiştirebilirdi.
Ancak Hitit Kralları ölünce diğer tanrılar tarafından sorgulanacaklarını bildikleri için bütün kayıtları doğru tutar ve yalan söylemezlerdi.
Bugün bütün arkeologlar, Hitit krallarının belgelerini, doğru ve gerçek olarak kabul ederler, Mısır Krallarının belgelerine ise şüpheyle bakarlar.
Ülkemizde yüz bina yakın cami var:
Allah aşkına, bari inançlarınızdan biraz utanın…
Şu an en çok utanma duygusuna ihtiyacımız var…